31 Ekim 2011 Pazartesi

Karliene - You Win or You Die

Bu yılın Nisan ayında yayınlanmaya başlayan Game of Thrones dizisi, daha ilk sezonundaki 10 bölümüyle, ortalığı baya bir sallamıştı. Dizinin akıllara zarar jenerik müziği ise dizinin etkisini katlayarak çoğaltmıştı. Net alemi sağolsun, bu müzik iyice kendine sağlam fanlar üretmişti. Bu jenerik müziği ile ilgili sitemizde de, 2 yayın yazmıştım. İlkinde müziği tanıtmış, ikincisinde de bu müziğin 28 farklı versiyonunu (yasal/fan çalışması) içeren bir koleksiyon albümünün linkini vermiştim.Şimdi ise, bugün twitter'da tesadüfen rastladığım bir versiyonunu paylaşacağım. Karliene isimli amatör bir sanatçının kendi blog sitesinde paylaştığı bu versiyonda, müziğin üzerine karakterlerle ve öyküyle ilgili sözler yazılmış ve insanın, deyim yerindeyse ruhunu okşayan bir yapıt ortaya çıkmış. Şarkının videosu aşağıda hemen." Çok beğendim ben bunu, mp3' ünü isterim" diyen içinde linki, buyrun (Hem kendi sitesinde, hem de youtube'da da link mevcut).


29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun

Kesmeşeker - Mr. Brown & Feridun Amca

Lise yıllarımda, sağlam rockçı bir arkadaşım tavsiye etmişti Kesmeşeker grubunu bana. O zaman en ileri teknolojik aleti olan çift kasetçalarlı teyple "Tut Beni Düşmeden" (1995) adında bir albümlerini kopyalamıştım. O albümden "Mr. Brown" isimli şarkılarına fena takmıştım, hatta geçen yaklaşık 14 yıllık zaman diliminde bu şarkıyı milyonlarca kez dinlemişimdir. Şarkı, aleni bir şekilde ABD karşıtı söylemler içeriyordu. O zamanlar, Körfez Savaşı biteli çok olmamıştı ve bugün gibi herkes de, ABD' nin çevirdiği, hasır altı edilen oyunlardan şikayetçiydi. İşin ilginç yanının, şarkının sözlerinin hala daha güncelliğini kaybetmemesi. O yaşlarda siyasete pek kafam basmadığından, şarkının bu kısmıyla ilgilenmez, sadece müziğe kendimi kaptırıp dinlerdim. Şarkının "Daracık daracık sokaklar" türkümüzden alıntı gitar soloları ise tadından yenmezdi. İlk olarak bu şarkıyı alttaki video ile paylaşalım.



Aradan geçen 1-2 sene sonra, bir sonraki albümleri olan "İnsülin" (1998) in kasetini, bayram harçlıklarımla almıştım. Bu albümün her parçası, benim için birer klasik haline geldi sonradan. Albüm kimi yerlerde, yoksulluk, hayat zorluğu gibi arabesk temalardan beslense de, aşk ve siyasetten de bolca bahsediyordu. Bu albümden paylaşacağım şarkı ise "Feridun Amca". Şarkının ruhu okşayan müzikal kısımlarından, gaza getiren gitar sololarının yanı sıra, çok ince mesajlarla dolu siyasi bir alt metni de vardı. İşimiz siyaset değil gerçi ama parçanın 70'li, 80'li yılların Türkiye açısından siyasi, sosyal portresini çizdiğini eklemeliyim. Kesmeşeker' in kurucusu ve değişmeyen tek elemanı olan Cenk Taner' in, yaşı itibariyle çocukluk ve gençliğini bu dönemlerde geçirdiğini anlamak çok kolay bu şarkıyı dinleyince. Dediğim gibi, siyasi alt metinlerini bir kenara koyalım ve şarkıya aşağıdaki video ile kulak verelim. 

26 Ekim 2011 Çarşamba

Buz ve Ateşin Şarkısı II: Kralların Çarpışması

HBO kanalında geçtiğimiz sezon yayınlanan Game of Thrones dizisi sayesinde George R.R. Martin' in "A Song of Ice and Fire" adlı fantastik serisi ile tanışmıştık. Diziyi çok sevdik. Bu yüzden Epsilon Yayınevi, kitabın haklarını satın alıp, hemen Türkçe baskılarına soyundu. Aslına ilk kitap Arkabahçe Yayıncılık tarafından iki kısım halinde çıkartılmıştı ama başarısız bir çeviri olmasından ve iki kitap o dönem için masraflı olduğundan beklenen ilgiyi göremedi. Epsilon Yayınevi ise, çeviri için Sibelalaş' la anlaştı. İlk kitap Temmuz ayının ortalarında, tek kitap halinde yayınlandı.


Şimdi geldi sıra ikinci kitaba. Serinin ikinci ayağı, "A Clash of Kings", Kasım ayının ilk haftasında "Kralların Çarpışması" adıyla piyasaya sürülecek. Bu kitabında çevirisi Sibelalaş' a ait. Ama serinin ikinci kısmı, kimilerine göre kötü bir sürprizle geliyor. Arkabahçe Yayıncılık' ın, kınadığımız stratejisiyle hem de, iki kitap şeklinde. Yayınevi neden böyle bir karar aldı bilemiyoruz tabi. İlk kitap 800 sayfaydı yaklaşık, okurken zorladı fiziksel olarak. İkincisinin ise toplamda yaklaşık 1000 sayfa olduğunu hesaba katarsak, bir nebze olsun hak verebiliriz. Ama maliyet açısından zorlayacak okuyucuyu, orası kesin. Şimdilik 20' şer TL fiyatlar. Gerçi indirim yapan yer olur mutlaka.


George R.R. Martin' in "A Song of Ice and Fire" adlı serisi şimdiye kadar yayınlanmış 5, yayınlanması planlanan 2, toplamda 7 kitaptan oluşuyor. Tarihlerine bakarsak, geç kalmış olduğunu söylemeliyiz. 

"A Game of Thrones" (1996), Türkiye' de "Taht Oyunları" (2011)
"A Clash of Kings" (1998), Türkiye' de "Kralların Çarpışması Kısım 1-2" (2011)
"A Storm of Swords" (2000)
"A Feast for Crows" (2005)
"A Dance with Dragons" (2011)
"The Winds of Winter" (?)
"A Dream of Spring" (?)

HBO "Game of Thrones" dizisine şans vermeseydi, bu şaheserle tanışamayacaktık büyük ihtimalle. Nisan 2012' de dizinin 2. sezonundan önce bu kitabı okuyarak, diziyi farklı bir bakış açısı ile takip edebilirsiniz. Zira ilk sezondan sonra çıkan ilk kitabı okuyunca, aslında dizide hiçbir şey görmediğinizin farkına varıyorsunuz.


Ve son olarak; Dizinin her sezonu bir kitabı temel alacak. Ama 3. kitabın 2 sezona yayılacağı haberleri geldi bile. Uzun bir kitap zira. G. Martin' in kalan iki kitabı yetiştirmesi açısından da zaman kazandıran bir hamle. Gerçi, hayranları dizinin, Martin' i kolaylıkla yakalayacağını düşünüyor, çünkü yavaş yazdığını düşünüyorlar :)

Krallar çarpışırken tüm diyar titrer ...

23 Ekim 2011 Pazar

Başımız Sağolsun



Bir haftada ikinci acı. Kelimeler yetersiz. Türk Milleti' nin başı sağolsun ...

Tarihin Tekerrürü

Kaddafi' yi ben lise yıllarımdan hatırlarım daha çok. İlk kez o zamanlar tanımıştım kendisini. 6 Ekim 1996' da, dönemim Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Necmettin Erbakan' ın Libya gezisi sırasında, Kaddafi' nin yaptığı basın toplantısında, Erbakan' ı nasıl fırçaladığını hatırlarım. O zaman o olay çok dokunmuştu bana, işin aslı nedir, niye gitmiştir bilmezdim bile. Üstelik haber bile izlemeyen, gündemi takip etmeyen biriydim. Bu olayı anlatan tv8 programının videosunu buldum nette. İzlemek için tıklayınız.

Bu yüzdendir ki, kendisinden pek hazzetmem. Malum, bu hafta kendisi aylar süren koşuşturmadan sonra, muhalif güçlerce yakalandı ve tüm dünyanın gözü önünde linç edip öldürüldü, cesedi sergilendi. İnsan olan, müslüman olan yapmaz bu hareketleri. Tamam, yıllarca seni ezmiştir, diktatörlük rejimiyle ülkene padişah olmuştur. Ama dinimizde, ölüye saygı vardır. Bırak cesedini tekmelemeyi, arkasından bile konuşulmaz. Yani haber sitelerinde gezen o videoları gördükçe, içim cız etti desem yeridir. Kim olursa olsun, o bir insan.

Hadi bunlardan geçtim. Çok değil, 8 sene önce aynı bahaneyle, ABD' nin öncülüğünde Irak' a saldırılmış, Saddam Hüseyin devrilmişti. Sonra geçen 8 senede ne oldu? Irak' lı hala halinden memnun değil. Petroller? Tabi ki Amerika' nın. 

Tarih tekerrürden ibarettir. Şimdi ne olacak Libya' ya? Dikkat edin, hem Fransa, hem de ABD başkanları, ortak ağızla, "bizim sayemizde devrildi" şeklinde konuştular. Yani sıradaki sömürge ülkesi Libya. Petroller? Kim kazanırsa, ABD veya Fransa. Libya, 1951'de bağımsızlığını kazanıp, Fransa ve İngiltere' nin elinden kurtulduktan sonra tekrar iki ülkenin eline düşüyor. Tarih burda da tekerrür ediyor. Tabi bu göz göre göre olmayacaktır. Yeni adıyla Libya Cumhuriyeti, çaktırmadan yeni sömürge anlayışı ile sömürülecektir.

Kaddafi' den kurtulmak adına Batı yanlısı hale gelen Libya vatandaşları, özgürlüğüne kavuştuğunu düşüne dursun, onları bekleyen geleceğin karanlık ve belirsiz olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Umarım, bugün ayaklar altına aldıkları Kaddafi' yi aramazlar.

20 Ekim 2011 Perşembe

Breaking Bad ve Karakterleri


Son derece mülayim bir lise kimya öğretmeni, bir gün tedavi edilemez derecede akciğer kanserine yakalanınca, ailesine bırakacak pek bir şeyinin olmadığını farkeder. Bunun üzerine kimya bilgilerini kullanarak, uyuşturucu üretip para kazanmaya karar verir. Bu iş için ise, eski öğrencilerinden birinden yardım alır. O üretecek, öğrencisi satacaktır.


Breaking Bad dizisi, amc kanalında Ocak 2008' de, pilot bölümünde yukarıdaki özet hikayeyle başladı yayın hayatına. İlk sezon 7 bölüm sürdü sadece. Mart-Mayıs 2009' da 2.sezon, Mart-Haziran 2010' da 3.sezon derken bu sene, Temmuz-Ekim 2011' de 4.sezon yayınlandı. Gelecek sene son sezonuyla (iki sezona yayılabilme ihtimali varmış), 16 bölümle veda edecek.


Dizinin hikayesini daha fazla ilerletmeden, özellikle karakterler üzerinden, hakkında bahsedelim. Breaking Bad, bizden biri gibi olan Walter White' in dramatik hikayesini, yer yer komedi sosuyla bize anlatıyor. Yani Jack Bauer (24) ve ya Michael Scofield (Prison Break) gibi sürekli diken üstünde, olağandışı şeyler yapan karakterlerden değil Mr. White. Hikayesi gerçekten dramatik. Belki de bu yüzden, yani kasvet bulutlarını bazen kaldırmak için, komedi baharatı serpiştirilmiş hikayeye. Pısırık, mülayim, sıradan bir tipken, zamanla onun müthiş değişimini izliyoruz. Nasıl zeki ve dahi olduğuna şahit oluyoruz. Sıradan bir insanın nasıl bir kahraman haline geldiğini (belki de Peter Parker' ın Örümcek Adam'a dönüşmesi gibi) görüyoruz. Hele 3.sezonla beraber bıraktığı topsakalla beraber, ilk sezondaki olmayan karizması, tavan yapıyor resmen. Mr. White' i Bryan Cranston (Malcolm in the Middle' in kafayı sıyırmış babası) canlandırıyor.


Öğrencisi dediğimiz diğer karakterimiz Jesse Pinkman. Aaaron Paul tarafından canlandırılmış bu karakter, 25 yaşında, liseden sonra okumamış, uyuşturucu işine girmiş, hip-hop imajı ve üç cümleden ikisini "yo" kelimesi ile bitiren bir tip. Aslında içinde çok cevherler bulundursa da, bunları değerlendirememiş, zararı bazen kendine, çoğunlukla çevresine bir karakter. Bu yüzden yerleşik bir çevresi yok. Ailesi bile sırt çevirmiş. Ona tek değer veren kişi Walter White. 4 sezonun yarısından fazlasını bu adamdan nefret ederek geçirmişimdir, çünkü aynı zamanda dik kafalı ve Mr. White' dan gördüğü değeri, ona gösteremeyen bir karakter.


Mr. White' nin karısı ayrı bir konu başlığı aslında. Walter White' in aksine, dominant bir karakter. İlk 2 sezonda hamile olarak gördüğümüz Skyler White (Anna Gunn), son 2 sezonda yükünden kurtulunca :), bayağı allengirli işlere dahil oluyor. Spoiler gibi olmasın ama, bir ara Walter' a yaptığı ihanetin ardından, tekrar Walt için tehlikeli işlere gidiyor. Burdan onun aslında ne kadar ailesine bağlı olduğunu görüyoruz. Orta yaşına rağmen, dizinin arzu nesnesi olarak gösterilmesini, ben başka düzenli bayan karakter olmamasına bağlıyorum biraz da. Olan biteni öğrendikten sonra kocasına gösterdiği direniş ise de, ne kadar inatçı ve dediğim dedik bir insan olduğunu gösteriyor.


Lisede okuyan Walter Jr., kısmi felç hastası olduğu için (karakteri canlandıran RJ Mitte'de aynı hastalığa sahip), koltuk değnekleriyle yürüyor ve konuşması zar zor anlaşılıyor. Bu karakterde en sevdiğim kısım zaten bu. Karışık konuşsa da , çok tatlı bir konuşması var. Babasına çok bağlı. 4 sezon boyunca sadece bir kez babasına tavır aldığını gördüm, onda da babasının sırrını bilmediği için hareketlerine anlam verememesinden. 


Narkotik ajanı bir bacanağımız var, evlere şenlik. İlk bölümlerde Hank Schrader (Dean Norris canlandırıyor) hakkında, tam bir Türk erkeği tanımlaması yaptım hatta. İlerledikçe, onun işine sıkı sıkıya bağlı, gözüpek, idealist bir ajan olduğu ortaya çıkıyor. Kimsenin görmediğini görüyor, kimsenin aklına gelmeyecek şeyleri düşünüyor ve kimsenin cesaret edemediğini yapabiliyor. Bu kararlılığı, Walter' ı çoğu zaman zora sokuyor, zira aradığı Heisenberg, yanı başında.


Skyler'in kardeşi Marie Schrader (Betsy Brandt), kleptomani ve adını bilmediğim yalan söylemekle ilgili başka bir hastalığa sahip. Arızalı bir karakter olduğu her halinden belli, ablası ne kadar kararlı,istikrarlı bir yapıya sahipse, kendisi de tam zıttı. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan tiplerden. Kocasının rahatsızlığı sırasında gösterdiği fedakarlıklar, sonradan onun hakkındaki düşüncelerimizi değiştiriyor.


Gustavo Fring (Giancarlo Esposito), 3.sezonda kadroya girip, diziye mükemmel bir ivme kazandıran bir karakter. Walt' ın patronu oluyor sonradan. Kendisi ülkenin önde gelen tavuk fast food zinciri sahibi. Kirli işleri için bu şirketi paravan olarak kullandığı hemen başta söyleniyor zaten. İşinde disiplinli, hataya yer vermeyen, cesaretli ve karizmatik bir karakter. 


Diziye sonradan katılan bir diğer karakter de, bizimkilerin avukatlığını yapan Saul Goodman (Bob Odenkirk). Tam bir piyasa adamı. Bilmediği şey, halledemeyeceği iş yok. Senaryoda ne zaman fantastik bir işe girilecek olsa, hemen o hallediyor. 80'leri anımsatan imajı, hiç susmayan çenesiyle, aslında kendi adına bir dizi yapılabilecek bir karakter. 

Başlıkta da belirttiğim gibi, bu diziyi karakterleriyle inceledim bu yazımda. Çünkü sağlam ve dramatik hikayesinin yanı sıra, karakter işlemeleri de çok özenli. Daha kısa süre gözükse de, daha burda bahsedebileceğimiz çokca karakter var ama düzenli olanlardan bahsettim yukarda.Her karakter, kendi içinde mükemmel bir işçiliğe sahip, kolay kolay unutulamayacak karakterler. 1 veya 2 sezon sonra bu dizi bittiğinde, her karakteri özleyeceğinize emin olabilirsiniz.





19 Ekim 2011 Çarşamba

Savaş



Savaş, kendi içinde, 2 veya daha fazla taraflı olabilir. Burda bahsettiğimiz savaş, basit olarak 2 taraflı. Arkasındakiler ve göstermelikler hariç tabi. Bir tarafta bütünlüğünü, bağımsızlığını koruması gereken köklü bir millet. Diğer tarafta, sözde azınlık hakkı koruyan bir topluluk. Arkada, adı büyük ama böyle kaoslardan medet uman aciz güçler. Göstermelikler ise, isim telif hakkı ödenip ödenmediği belirsiz, topluluğun eylemlerine maske olmuş, belki de olan bitenden habersiz azınlık.

30 yıla yayılan bir savaşın basit bir özetiydi bu. Benim düz mantığıma göre, sen saldıran taraf değilsen, saldırana saldıracaksın. Eğer kendi içinde, bu kaostan menfaati olan biri varsa, onu sileceksin. Bu kadar basit.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Tekrar Hoşgeldin Sarı Forma

Bugün itibariyle 2 sene sonra Bursaspor'u yenmiş, yine 2 sene sonra ilk sıralarda yer almış bulunmakta Galatasaray. Ama konumuz maç değil, konumuz geçen gün gsstore' lara ulaşan ve bugün ilk defa görücüye çıkan sarı formamız.


İç sahada oynanan bir maçta, takımın 3. formasını giymesi, malum ülkemize has bir olay. Ama bugünkü atmosfer o kadar güzeldi ki, bu ince ayrıntıyı görmezden geldik ve TT Arena' nın büyülü havasına ve galibiyete bu formayı çok yakıştırdık.


Bu forma bizim için neden özel? Bu forma nice zaferlere şahit olmuş bir forma. Avrupa Kupalarında Galatasaray isminin yavaş yavaş duyulduğu ilk yıllarda, Manchester United' ı eleyip ilk kez Şampiyonlar Ligi' nde oynarken, Barcelona' yı İstanbul' dan eli boş gönderirken, 4 sene üst üste şampiyonluğun ilk yıllarında futbolcularımızın terlettiği bir forma. O eşsiz anlar kafamıza kazınırken, zafer görüntüleriyle bağdaşlaşmış bir forma. En son 1996-97 sezonunda giyildi üstünde Vakıf Bank reklamı ve Adidas sponsorluğu ile. 15 yıl aradan sonra üstünde siyah Türk Telekom reklamı ve Nike sponsorluğuyla tekrar futbolcuların üzerinde.


Bir uyanışın, bir devrimin sembolü olan bu sarı formayı hep sevmiştik, yine sevdik.

15 Ekim 2011 Cumartesi

FIFA 99



Geçtiğimiz ay hem FIFA, hem de PES serileri' nin 2012 modellerini çıkartmasıyla futbol oyunları tekrar gündeme oturdu. FIFA' mı, PES' mi tartışmaları süredursun, bu yayında size bu oyunları atası sayılabilecek yaşta olmasa da, evrim geçirmelerinde en büyük kilometre taşlarından biri olan FIFA 99 oyunundan bahsetmek istiyorum.

Sonunda gittikçe bozulan FIFA serilerine, PES 6'dan itibaren futbol oyunu meraklısı veda etmişti. O zamana kadar ise FIFA' nın hala oynanıyor olmasının sebebi de FIFA 99' un hatrıydı. Peki bu oyunun nesi güzeldi de biz hala unutamadık?



Öncelikli olarak kısaca bahsedelim bu oyundan. EA Sports firmasının Haziran 1998' de çıkardığı bu oyun, FIFA serisinin 6.oyunuydu. İlk zamanlar basit hareketler, kötü grafikler, tutarsız simülasyonlara sahip olan futbol oyunları, en büyük zıplamayı bu modelle yaptı. Oyun akıcılığında ve duyarlılığında geliştirmeler oldu ve bu da oyunu bir nebze olsun gerçeğe yaklaştırıyordu. Aslında FIFA 98' de bu değişimin ayak sesleri duyuluyordu.



Dennis Bergkamp' ın kapağında yer aldığı bu oyunda, Almanya, Belçika, Brezilya, İskoçya, İspanya, ABD-Kanada, Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda, Portekiz ve İsveç ligleri yer alıyorken, kendi Top20 ligimizi düzenleyebiliyorduk. Rest of Europe kısmında ise ülkemizden Galatasaray ve Beşiktaş bulunuyordu. Bu bile Fenerbahçe li arkadaşlarımızla dalga geçmemize yetiyordu (2 üst modelde Türkiye Ligi de yer almıştı). Bu eksikliği biz düzenleme kısmıyla halletmiştik. Son derece kolay olan edit bölümünde, takımın adını, formasını vs.. değiştirmiştik. O zamanlar şimdiki gibi gerçekçi formalar yerine, standart kalıplar kullanılıyordu. Aynı şekilde yüz, saç, sakal vs.. bölümleri de standarttı. Her oyuncu birbirine benzerdi ve hepsi aynı boydaydı :)



Spikerlerimiz vardı. Şimdiki gibi Jon Champion' un değil, John Matson' un sesini ezberlemiş, Andy Gray' ın yorumlarıyla mest olmuştuk (Çok anlardık ya zaten) :). 

Kalecinin elle savunma oyuncusuna pas verirken, bizim araya girip topu boş kaleye kolayca atmamız, oyunun bir hatasıydı ama bu olaydan müthiş zevk alırdık. Hatta şimdi bile PES/FIFA farketmez, bu hareketi yapmaya çalışırız. Alışkanlık :) (Altta hemen oyunun videosunu paylaşalım bunun üstüne).


Bir de meşhur soundtrack şarkısı vardı. Fatboy Slim' in "The Rockafeller Skank" şarkısı, oyunla beraber beynimize girer, günlerce çıkmazdı (Videosunu hemen paylaşalım).


Yaklaşık 20 yıllık süreçte 19 tane FIFA, 11 tane PES görmüş olsak ta, bunların içinde FIFA 99' un yeri çok ayrıydı. O gerçekliğe atılan ilk adımdı ve bu oyunları keşfetmeye başladığımızda gözümüzü açan ilk hayal dünyasıydı. Aynı tadı, daha büyük yaşlarda ve başka oyunlarda olsa bile, hala daha almaya çalışıyoruz.

Mühürlü Köşk Diye Bir Film

Bugün haberlerde gezerken nette, yeni bir Türk filminin tanıtımına denk geldim. Korku, gerilim tarzı yazıyordu haberde. Merak ettim fragmanını izledim acaba nasıl bişey yapmışlar diye. Semum, Büyü gibi korku görünümlü komedi facialarından sonra, kimse tekrar böyle bir cesaret gösteremez diye düşündüm. Fragman öyle ustalıkla (!) kurgulanmış ki, filmi izlemeye gerek bile kalmadı. Büyü filmi falan hak getire. Ucuz efektler, kendini ciddiye alan diyaloglar. Üstelik, Büyü filmindeki bir sahnenin aynısını gördüğüme eminim.

Asıl bombayı sona sakladım. Geçen sene Frame Türkiye diye, iddialı girip çuvallayan bir yarışma vardı. Bu yarışmada, ilgi çekebilmek adına, izleyicilerden hiçbir şeyini !? saklamayan bir hanım kızımız vardı Özlem diye. "Yok artık" diyebilirsiniz ama, bu bayanı filme almışlar, başrollerden birini vermişler, üstelik o yarışmada yaptıklarının devamını bu filme de iliştirmişler.

Reklamın iyisi kötüsü olmaz deyip, nice Türk filminden önce, bir takım polemikler çıkartılmıştır hep. Amaç tabi ki ilgi çekmek. Bu film için seçilmiş gündem ise, bu yarışmacı bayan. 3-5 açık seçik sahneyi yerleştirip filme, bu kadının imajından yararlanıp, filme bir kaç fazla erkek izleyici kazandırmak amaç. Daha gösterime girmemiş film. Merak etmeyin, mutlaka duyarsınız zaten. Ya bahsettiğim ucuz et pazarlamasıyla, ya da dikkat çekecek başka gündem malzemesiyle.

Merak eden için fragmanı youtube' da bolca mevcut. Link vermeyelim gerek yok.

ismailinc.com Ovi Uygulaması

Blogumuz, bugün itibariyle, Nokia' nın uygulama, oyun, tema, video vs.. mağazası olan Nokia Mağaza' da (eski adıyla Ovi Mağaza). Artık, her yayın, aynı anda bu küçük ovi uygulamasında da gözükecek. Nokia markalı ve internet bağlantılı her telefonda kullanılabilecek bu uygulamayı indirmek için; Cep telefonunuzdan Nokia Mağaza' ya (Ovi Mağaza) girip, arama kısmına "ismailinc" yazmanız yeterli olacaktır.Ya da şu linki tıklatırsanız, direkt olarak uygulamanın sayfasına gidip indirebilirsiniz.

Uygulamanın Nokia Mağaza sayfası için tıklayınız.
Tweet